14 Eylül 2014 Pazar

YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN KANAVİÇE...

(Ekim 2013- Eylül 2014 Tüm Çalışmalar)


Uzun zamandır yazamama sebeplerimden birisi de yaklaşık bir yıl önce puzzladan sonra  kafa dağıtmak için en ideal uğraş olduğunu keşfettiğim kanaviçe diyebilirim.


Yukarıdaki Schopenhauer sözü sanırım kanaviçenin ayrı bir felsefesinin olduğunun güzel bir örneği... Kanaviçe yaparken insan kendisiyle başbaşa kalıp bir çok şeyi sorguluyor. Cevaplar buluyor. Sanırım bu da kanaviçeyi sevmemin en önemli sebebi. Çoğu zaman iplerin dolaşması, tesadüfen ortaya çıkan desenler, yoktan var etmek, desen çıkarmak hepsi bir metafor olup çıkıyor insanın hayatıyla özdeşleştirdiği kanaviçe yaparken...

Bir yılda yaptığım işleri, gelişimimi somut olarak aşağıda görmek sanırım mutlu etti beni bu haftasonu :))

İlk işim üniversiteden arkadaşım Yeşim'e işlediğim cameo desenli çerçeve oldu...



İkinci işim ablama yılbaşı hediyesi olarak hediye ettiğim, sonrasında geçirdiği ameliyat sonucu karnının altına koymak için bulduğu en ideal yastık olarak uzun süre kullandığı bir haylide işe yarayan matruşkalı yastık...




Annesine yastık yapıldığını gören sevgili yeğenim Nil tabiki de yastık istememesi olanaksızdı. Hatta yapılması zor olması için oldukça küçük ve bol renkli bir motif seçti. Azgın ve azman olan lakabının hakkını bu olayda da sonuna kadar verdi. Bir sonraki işim Nil' e yaptığım kedili yastık oldu.



İlk çalışmamı gören ve çok beğenen aynı işleyerinde çalıştığım arkadaşım Aslı'ya da bir kanaviçe sözü vermiştim. Aslı'nın evlenmesi üzerine ona da evlilik hediyesi olarak düğün tarihini de eklediğim aşağıdaki yastığı işledim. 



Temmuz'da Yeşim'in doğumgünü geldiğinde hediye olarak Yeşim'e Midilli tatilim boyunca aşağıdaki kitap kurdu tablosunu işledim.


Bu ana kadar  yaptığım çalışmaları hep hediye etmem ev arkadaşımın gözüne takılmış olmalıki artık şu ev içinde bir çalışma yapsanda eve gelenlere işlerini sorduğunda telefonundaki fotoğrafları göstermek yerine orjinalini göstersen diyerek bana serzenişte bulundu. Bir dönem eğitimi için İngiltere'de bulunduğu için ev arkadaşıma İngiltere motifleri işlemeye karar verdim. Sonrasında sanırım aşağıdaki yaptığım en iyi çalışma ortaya çıktı. Salonun vazgeçilmez tablosu olarak duvarda yerini aldı :)





Son çalışmamda yaz tatili tercihini Paris'ten yana kullanan ablama doğum günü hediyesi olarak yaptığım aşağıdaki tablo oldu..




Şimdilik bir yılda zaman buldukça yapabildiğim çalışmalar bunlar. Yakında işyerine istifa dilekçemi verdiğimde umuyorum daha fazla kanaviçeyi buradan paylaşabileceğim...

FOTOĞRAF SANATININ KAFKASI DIANE ARBUS’UN İŞLERİ ISTANBULDA...





Batı 20. Caddedeki Evinde Bigudi Bir Genç Adam, 1966- Diane Arbus

20. yüzyılın en çok tanınan kadın fotoğrafçılarından Diane Arbus’un işleri  ‘Fotoğraf sanatının Kafkası’ adlı sergi ile İstanbul’da fotoğraf severlerle buluşuyor.

İnsanlar tarafından “freak” (ucube) olarak görülen kişilerin görünenin ardındaki yüzlerini konu alması sebebiyle, “freak photographer” (ucube fotoğrafçısı) olarak tanınan Diane Arbus’un portreleri bu yıl 26-28 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek uluslararası sanat fuarı ArtInternational kapsamında İstanbul’ da sergileniyor.




 Tek Yumurta ikizleri Cathleen ve Colleen, 1966 - Diane Arbus

“Fotoğraf bir sır hakkındaki sırdır. Ne kadar az bilirseniz, size o kadar çok şey söyler.” Diane Arbus

Fotoğraflarında konu aldığı kişilere kurgusal pozlar verdirmek yerine fotoğrafladığı kişilerin  varoluşlarının temelindeki görünüşü ortaya çıkaran Diane Arbus, portrelerinde yer alan farklı karakterleri idealize edip sempatize etmekten uzak durarak fotoğraflarında bu kişileri en doğal halleri ile sergilemiştir.

Kariyerine eşi ile beraber Vogue, Harper’s Bazaar gibi dergilere çektiği fotoğraflarla başlayan fotoğrafçı, ayrılmalarının ardından onu meşhur eden portre fotoğraflarına yöneldi ve iki kere Guggenheim Ödülü’nü kazandı. Sirkler, çıplaklar kampı, parklar, akıl hastaneleri, üçüncü sınıf otel odalarını mesken tutan Arbus’un modelleri de engelliler, transeksüeller, cüceler, devler, kısacası toplumun farklı saydığı insanlar oldu.




Bronx'taki Evinde Ailesiyle Birlikte Fotoğraflanan Dev Yahudi, 1970- Diane Arbus

Fotoğrafı her zaman yaramaz bir şey yapmak gibi düşünürüm, bu en sevdiğim şeylerden biriydi. Bunu ilk yaptığımda oldukça sapkın hissettim.” Diane Arbus

Diane Arbus’un farklı olana ilgisinin altında yatan en önemli ilham kaynağı kuşkusuz döneminin ünlü fotoğrafçısı, hocası Lisette Model’dir. Bağımsız ruhlu bir kadın olan Lisette Model ile çalışmak fotoğrafçının özgüvenini kazanmasını sağlayarak kendi tarzının oluşmasının en büyük etken olarak bilinmektedir. Arbus, ilk olarak da meşhur Hubert’s Freak Museum yani Hilkat Garibeleri Müzesi’ne gidiyor. Sonrasında sokağın insanlarını, uyumsuzları; eşcinselleri, travestileri, sakatları, ucubeleri, delileri çekmeye başlayarak tamamen kendi tarzını yansıtacak ve fotoğraf tarihinin önemli yapı taşlarından birisi olacak fotoğraf serüvenine başlamıştır.

Central Park’taki  Çocuk El Bombası Oyuncağı İle, 1970 - Diane Arbus

 “Hepimiz günün birinde travmatik bir deneyim yaşayacağımızdan korkarız. Benim ‘hilkat garibelerim’se dünyaya zaten bir travmayla gelmiş, yani hayat imtihanından geçmiştir. O yüzden hepsi birer aristokrattır.” Diane Arbus

Sanatçının hayatı boyunca tuhaf insanları arama sebebinin diğer insanlar tarafından dışsal olarak normal görünmesine karşın kendisini içsel olarak hep tuhaf, değişik hissetmesi ve bu insanların içinde sakladıkları maskesiz, gizli yüzü ortaya çıkarma isteğinin olduğu düşünülmektedir.

Sanatçının, başkalarının “hilkat garibesi” olarak gördüğü insanlara olan hayranlığı modellerine büyük bir hassasiyetle, saygıyla yaklaştığı işlerinde açıkça görülmektedir. Bunu bir röportajında, “Göstermeye çalıştığım şey tam olarak şu: Hiç kimse derisinden kurtulup başka biri haline gelemez. Nihayetinde hepimiz dünyaya kendi trajedilerimizi yaşamak üzere doğuyoruz” diyerek anlatıyor.

Arbus’un fotoğraflarında aynı zamanda ‘tekinsiz bir naiflik’ görülür. Sanatçı, fotoğraflarında toplum tarafından dışlanmış, toplumda öteki olarak  yeralan kişileri başkalarına benzememeye ve çirkin bulunmaya aldırış etmeyecek kadar büyük bir özgüven sahibi olarak yansıtmıştır. Kibirli bir gözle bakıldığında en acınası görünenin bile ezik durmaması, gizlenmemesi, varoluşunu dünyaya mağrurca dikte etmesi Arbus’un işlerini farklı kılan en önemli noktalardan birisidir.

Ünlü fotoğraf eleştirmeni Susan Sontag da  "Arbus'un fotograflarinin en carpici yani onun - kurbanlar,talihsizler üzerine yoğunlaşarak -sanki sanat fotoğrafının en etkin girisimlerinden birine dahil olmasi,ancak bunu yaparken böyle bir projenin hizmet etmesi beklenen merhamet uyandırma amacını gütmemesidir." sözleri ile bu görüşü desteklemektedir.

Diane Arbus ile ilgili akla bir sürü soru gelmektedir: Bu insanlar neden Arbus’un kendilerini fotoğraflamasına izin vermiştir? Neden bir travesti Arbus’un kendisini evine kadar takip etmesine izin verip sapkın olarak görülmesine karşın kendisini açığa çıkartmasına izin vermiştir? Neden kurumlar kendi bakımları altında olan engelli insanlara ulaşmasına izin vermiş ya da çıplaklar kampına girebilmiştir? Bu sorulara verilebilecek en büyük cevap ise Arbus bu insanları fotoğraflamıştır çünkü beyanına göre kendisi bu insanlarla ilgilenmiştir başka kimse değil.

Arbus’un hayatı, 2006’da ‘Fur: An Imaginary Portrait of Diane Arbus’ adlı filmle beyazperdeye de aktarılmış, Arbus’u da Nicole Kidman canlandırmıştır.

Diane Arbus’un 1949 yılında Allan Arbus tarafından fotoğraflanan portresi.

Diane Arbus Kimdir?(14 Mart 1923- 26 Temmuz 1971)

Asıl adı Diane Nemerov olan belki de 20.yy’nin adından en çok söz ettiren kadın fotoğrafçısı. Arbus’u üne kavuşturan, toplumsal hayatın uç noktalarında yaşayan (ya da en azından öyle görünen) insanları portrelemesidir. Arbus’un portre tarzı, öncelikle August Sander’in Alman halkı üzerine yüzyılın ilk yarısında yaptığı çalışma, Çiftçi Güvenliği Örgütü (FSA) fotoğrafçılarının 1930’larda Amerikan taşrasında gerçekleştirdikleri çalışmalardan ve 1950’li yıllarda gelişen orta sınıf Amerikan hayatını fotoğraflayan Robert Frank gibi fotoğrafçılarla paralellik göstermektedir. Arbus’u adı geçen örneklerden ayıran onun yöneldiği toplumsal durumların gösterdiği çeşitliliktir. Özellikle akıl hastaları- örn. dawn sendromlu hastalarla yaptığı çalışma , cüceler, devler, travestiler, fahişeler gibi marjinal kesimlere yönelmesi onu seleflerinden ve çağdaşlarından farklılaştırmıştır.

Arbus zengin bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ancak, çocukluk ve ilk gençlik yaşantısı şair abisi Howard Nemerow’un gölgesinde geçmiştir. 18 yaşında aktör Allan Arbus’la evlenerek aile hayatının sarsıntısından kurtulmakla kalmamış aynı zamanda kocasının ABD ordusunda aldığı fotoğraf eğitimini paylaşmasıyla fotoğrafa başlamıştır. Bu dönemde fotoğrafçı Lisette Model’den dersler alarak fotoğraf tarzını oluşturur. Arbus fotoğraf alanındaki başarısını ise Allun Arbus’la 1958 yılında boşanmasından sonra yakalr. 60’lar ile birlikte Alexey Brodovitch (fotoğrafçı, Harper’s Bazaar dergisini ediyörü) ve Richard Avedon ile çalışmaya başlar. Aynı yıllarda çalışmaları The New York Times, Harper’s Bazaar, Esquire gibi dergilerde görülmeye başlar.

Kısa zamanda ise özgün tarzı ile dikkar çeker ve ardından 1963 yılında Guggenheim ödülü alır ardından 1966’ta aynı ödülü bir kez daha kazanır. MoMa’da The New Documents adlı sergide Lee Friedlander ve Gary Winogrand ile çalışmaları sergilenir. 1971 yılında ise intihar eder. Nedeni bilinmeyen intiharı ile ilgili olarak en yaygın iddia, intihar anını kare kare fotoğraflamasıdır. Ancak bu iddianın gerçekliği henüz ispatlanmamıştır. Ölümünü ardında Arbus’un ünü kaçınılmaz olarak daha da artar. 1972 yılında Aparture dergisinin MoMa segisi için basmış olduğu monograf çok kısa sürede 100.000 adet satar ve sergi 7 milyon kişi tarafında izlenir. Ayrıca Arbus’un “Identical Twins/Tıpa tıp İkizler” adlı fotoğrafı 2004 yılında 478.000 dolara satılarak dünyanın en pahalı altıncı baskısı olur.


Arbus kariyerinin başlangıcında 35 mm. Makineler tercih ederken, 60’larla birlikte kare çerçeve oranı sağlayan Rolleiflex Orta format TLR (İki lens refleks) makineler kullanmaya başlar, bu makine ile birlikte Arbus göz seviyesinde bakaçlı makinenin yarattığı engelleri de ortadan kaldırmıştır. Böylece fotoğrafçı fotoğrafladığı kişi ile doğrudan, aracın yarattığı dolayım olmadan iletişim kurabilmiştir. Arbus genellikle birbirine benzeyen açı ve ölçeklerle nesnesini fotoğraflamıştır. Tıpkı Sander’in ondan 30 yıl önce gerçekleştirdiği gibi kendi yaşadığı çağın gerektirdiği gibi toplumsal çevresinin izini sürmüştür.