Batı 20. Caddedeki Evinde Bigudi Bir Genç Adam, 1966- Diane Arbus
20. yüzyılın en çok tanınan kadın
fotoğrafçılarından Diane Arbus’un işleri
‘Fotoğraf sanatının Kafkası’ adlı sergi ile İstanbul’da fotoğraf
severlerle buluşuyor.
İnsanlar tarafından “freak” (ucube) olarak
görülen kişilerin görünenin ardındaki yüzlerini konu alması sebebiyle, “freak
photographer” (ucube fotoğrafçısı) olarak tanınan Diane Arbus’un portreleri bu yıl 26-28 Eylül
tarihlerinde gerçekleşecek uluslararası sanat fuarı ArtInternational kapsamında
İstanbul’ da sergileniyor.
Tek Yumurta ikizleri Cathleen ve Colleen, 1966 - Diane Arbus
“Fotoğraf bir sır hakkındaki sırdır.
Ne kadar az bilirseniz, size o kadar çok şey söyler.” Diane Arbus
Fotoğraflarında
konu aldığı kişilere kurgusal pozlar verdirmek yerine fotoğrafladığı kişilerin varoluşlarının temelindeki görünüşü ortaya
çıkaran Diane Arbus, portrelerinde yer alan farklı karakterleri idealize edip
sempatize etmekten uzak durarak fotoğraflarında bu kişileri en doğal halleri
ile sergilemiştir.
Kariyerine eşi ile beraber Vogue,
Harper’s Bazaar gibi dergilere çektiği fotoğraflarla başlayan fotoğrafçı, ayrılmalarının
ardından onu meşhur eden portre fotoğraflarına yöneldi ve iki kere Guggenheim
Ödülü’nü kazandı. Sirkler, çıplaklar kampı, parklar, akıl hastaneleri, üçüncü
sınıf otel odalarını mesken tutan Arbus’un modelleri de engelliler,
transeksüeller, cüceler, devler, kısacası toplumun farklı saydığı insanlar oldu.
Bronx'taki Evinde Ailesiyle Birlikte Fotoğraflanan Dev Yahudi, 1970- Diane
Arbus
“Fotoğrafı her zaman
yaramaz bir şey yapmak gibi düşünürüm, bu en sevdiğim şeylerden biriydi. Bunu
ilk yaptığımda oldukça sapkın hissettim.” Diane Arbus
Diane Arbus’un farklı olana ilgisinin altında yatan en önemli
ilham kaynağı kuşkusuz döneminin ünlü fotoğrafçısı, hocası Lisette Model’dir.
Bağımsız ruhlu bir kadın olan Lisette Model ile çalışmak fotoğrafçının
özgüvenini kazanmasını sağlayarak kendi tarzının oluşmasının en büyük etken
olarak bilinmektedir. Arbus, ilk olarak da meşhur Hubert’s Freak Museum yani
Hilkat Garibeleri Müzesi’ne gidiyor. Sonrasında sokağın insanlarını,
uyumsuzları; eşcinselleri, travestileri, sakatları, ucubeleri, delileri çekmeye
başlayarak tamamen kendi tarzını yansıtacak ve fotoğraf tarihinin önemli yapı
taşlarından birisi olacak fotoğraf serüvenine başlamıştır.
Central Park’taki Çocuk
El Bombası Oyuncağı İle, 1970 - Diane Arbus
“Hepimiz günün birinde travmatik bir deneyim yaşayacağımızdan
korkarız. Benim ‘hilkat garibelerim’se dünyaya zaten bir travmayla gelmiş, yani
hayat imtihanından geçmiştir. O yüzden hepsi birer aristokrattır.” Diane Arbus
Sanatçının hayatı boyunca tuhaf insanları arama
sebebinin diğer insanlar tarafından dışsal olarak normal görünmesine karşın
kendisini içsel olarak hep tuhaf, değişik hissetmesi ve bu insanların içinde
sakladıkları maskesiz, gizli yüzü ortaya çıkarma isteğinin olduğu
düşünülmektedir.
Sanatçının, başkalarının “hilkat garibesi” olarak gördüğü
insanlara olan hayranlığı modellerine büyük bir hassasiyetle, saygıyla
yaklaştığı işlerinde açıkça görülmektedir. Bunu bir röportajında, “Göstermeye
çalıştığım şey tam olarak şu: Hiç kimse derisinden kurtulup başka biri haline
gelemez. Nihayetinde hepimiz dünyaya kendi trajedilerimizi yaşamak üzere
doğuyoruz” diyerek anlatıyor.
Arbus’un fotoğraflarında
aynı zamanda ‘tekinsiz bir naiflik’ görülür. Sanatçı, fotoğraflarında toplum
tarafından dışlanmış, toplumda öteki olarak yeralan kişileri başkalarına benzememeye ve çirkin bulunmaya
aldırış etmeyecek kadar büyük bir özgüven sahibi olarak yansıtmıştır. Kibirli
bir gözle bakıldığında en acınası görünenin bile ezik durmaması, gizlenmemesi,
varoluşunu dünyaya mağrurca dikte etmesi Arbus’un işlerini farklı kılan en
önemli noktalardan birisidir.
Ünlü fotoğraf eleştirmeni Susan Sontag da "Arbus'un fotograflarinin en carpici yani onun -
kurbanlar,talihsizler üzerine yoğunlaşarak -sanki sanat fotoğrafının en etkin
girisimlerinden birine dahil olmasi,ancak bunu yaparken böyle bir projenin
hizmet etmesi beklenen merhamet uyandırma amacını gütmemesidir." sözleri
ile bu görüşü desteklemektedir.
Diane
Arbus ile ilgili akla bir sürü soru gelmektedir: Bu insanlar neden Arbus’un kendilerini fotoğraflamasına izin vermiştir?
Neden bir travesti Arbus’un kendisini evine kadar takip etmesine izin verip
sapkın olarak görülmesine karşın kendisini açığa çıkartmasına izin vermiştir?
Neden kurumlar kendi bakımları altında olan engelli insanlara ulaşmasına izin
vermiş ya da çıplaklar kampına girebilmiştir? Bu sorulara verilebilecek en
büyük cevap ise Arbus bu insanları fotoğraflamıştır çünkü beyanına göre kendisi
bu insanlarla ilgilenmiştir başka kimse değil.
Arbus’un
hayatı, 2006’da ‘Fur: An Imaginary Portrait of Diane Arbus’ adlı filmle
beyazperdeye de aktarılmış, Arbus’u da Nicole Kidman canlandırmıştır.
Diane Arbus’un 1949 yılında Allan Arbus tarafından fotoğraflanan
portresi.
Diane Arbus Kimdir?(14 Mart 1923- 26
Temmuz 1971)
Asıl
adı Diane Nemerov olan belki de 20.yy’nin adından en çok söz ettiren kadın
fotoğrafçısı. Arbus’u üne kavuşturan, toplumsal hayatın uç noktalarında yaşayan
(ya da en azından öyle görünen) insanları portrelemesidir. Arbus’un portre
tarzı, öncelikle August Sander’in Alman halkı üzerine yüzyılın ilk yarısında
yaptığı çalışma, Çiftçi Güvenliği Örgütü (FSA) fotoğrafçılarının 1930’larda
Amerikan taşrasında gerçekleştirdikleri çalışmalardan ve 1950’li yıllarda
gelişen orta sınıf Amerikan hayatını fotoğraflayan Robert Frank gibi
fotoğrafçılarla paralellik göstermektedir. Arbus’u adı geçen örneklerden ayıran
onun yöneldiği toplumsal durumların gösterdiği çeşitliliktir. Özellikle akıl
hastaları- örn. dawn sendromlu hastalarla yaptığı çalışma , cüceler, devler,
travestiler, fahişeler gibi marjinal kesimlere yönelmesi onu seleflerinden ve
çağdaşlarından farklılaştırmıştır.
Arbus
zengin bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ancak, çocukluk ve
ilk gençlik yaşantısı şair abisi Howard Nemerow’un gölgesinde geçmiştir. 18
yaşında aktör Allan Arbus’la evlenerek aile hayatının sarsıntısından
kurtulmakla kalmamış aynı zamanda kocasının ABD ordusunda aldığı fotoğraf
eğitimini paylaşmasıyla fotoğrafa başlamıştır. Bu dönemde fotoğrafçı Lisette
Model’den dersler alarak fotoğraf tarzını oluşturur. Arbus fotoğraf alanındaki
başarısını ise Allun Arbus’la 1958 yılında boşanmasından sonra yakalr. 60’lar
ile birlikte Alexey Brodovitch (fotoğrafçı, Harper’s Bazaar dergisini ediyörü)
ve Richard Avedon ile çalışmaya başlar. Aynı yıllarda çalışmaları The New York
Times, Harper’s Bazaar, Esquire gibi dergilerde görülmeye başlar.
Kısa
zamanda ise özgün tarzı ile dikkar çeker ve ardından 1963 yılında Guggenheim
ödülü alır ardından 1966’ta aynı ödülü bir kez daha kazanır. MoMa’da The New
Documents adlı sergide Lee Friedlander ve Gary Winogrand ile çalışmaları
sergilenir. 1971 yılında ise intihar eder. Nedeni bilinmeyen intiharı ile
ilgili olarak en yaygın iddia, intihar anını kare kare fotoğraflamasıdır. Ancak
bu iddianın gerçekliği henüz ispatlanmamıştır. Ölümünü ardında Arbus’un ünü
kaçınılmaz olarak daha da artar. 1972 yılında Aparture dergisinin MoMa segisi
için basmış olduğu monograf çok kısa sürede 100.000 adet satar ve sergi 7
milyon kişi tarafında izlenir. Ayrıca Arbus’un “Identical Twins/Tıpa tıp
İkizler” adlı fotoğrafı 2004 yılında 478.000 dolara satılarak dünyanın en
pahalı altıncı baskısı olur.
Arbus
kariyerinin başlangıcında 35 mm. Makineler tercih ederken, 60’larla birlikte
kare çerçeve oranı sağlayan Rolleiflex Orta format TLR (İki lens refleks)
makineler kullanmaya başlar, bu makine ile birlikte Arbus göz seviyesinde
bakaçlı makinenin yarattığı engelleri de ortadan kaldırmıştır. Böylece
fotoğrafçı fotoğrafladığı kişi ile doğrudan, aracın yarattığı dolayım olmadan
iletişim kurabilmiştir. Arbus genellikle birbirine benzeyen açı ve ölçeklerle
nesnesini fotoğraflamıştır. Tıpkı Sander’in ondan 30 yıl önce gerçekleştirdiği
gibi kendi yaşadığı çağın gerektirdiği gibi toplumsal çevresinin izini
sürmüştür.