29 Nisan 2012 Pazar
Şahane Misafir
28 Nisan 2012 Cumartesi
Lüküs Hayat
19 Nisan 2012 Perşembe
31. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ
MUTLULUĞA BOYA BENİ (LE TABLEAU)
Fransa, 2011 yapımı Mutluluğa Boya Beni: Yönetmen Jean-François Laguionie. Laser altyazılı bu güzel canlandırma filmde, tastamam'lar, yarım'lar ve eskiz'ler bir tablonun içinde yaşamakta, boyanmışlıklarına göre belirlenmiş hiyerarşinin sıkıntısını çekmekteyken, içlerinden bir kaçı tabloyu tamamlaması için ressamı bulmaya yola düşerler. Senaristin yaklaşmakta olan Zamanların Sonu'nda deneyimleneceğini düşündüğü bir üst boyuta geçişi çağrıştıran, -dikeyde ve yatayda- tablolardan tablolara geçerek yaptıkları yolculuğun bir yerinde boyalar ve fırçalar bulurlar. Sonunda biri, daha az zahmetli olduğu için artık manzara resimleri yapmakta olan ressamı deniz kıyısında bulur, kısa bir sohbet sonrası yine yola koyulur; bu kez amacı ressamı kimin boyadığını bulmaktır.
Le Point dergisinin “Yılın en yaratıcı ve şiirsel Fransız filmlerinden biri” diye nitelediği Mutluluğa Boya Beni (Le Tableau), iktidara dair en güzel sorgulardan birinin örneğini sunarken, sınıfsal, etnik fark etmeksizin tüm ayrımcılıkların köküne bir soru işareti bırakırken, animasyon türündeki en muhalif işlerden birinin bu kadar naif bir dili olması, gerçeklik, gerçeğin ötesi gibi fazlasıyla felsefi kavramları da ele alan filmin en önemli avantajlarından biri haline geliyor.
Film uzun zamandır izlediğim en iyi animasyondu. Her detayı beni büyüledi. İnsan her karede ayrı bir metafor buluyor ve ben nasıl bunu düşünemedim dercesine kıskanıyor.
EKÜMENOPOLİS (UCU OLMAYAN ŞEHİR)
“İstanbul Film Festivali tarihinde Ulusal Yarışma'ya katılan ilk belgesel olan 'Ekümenopolis' 'büyüme yalanı' altındaki İstanbul'un neo-liberal politikalarla nasıl bir yıkıma gittiğini gözler önüne seriyor. Gökdelenler, gecekondular, tüneller, köprüler, tarihi binalar arasında dolaşan kamera İstanbul'un geleceği ve İstanbul'a sahip olanlar hakkında çok şey söylüyor. Hep söylediğimiz gibi Emek Sineması'nın kapatılmasının nedeni de, gökdelenlerin AVM'lerin çoğalmasının nedeni de aynı çünkü” şeklinde özetlenen film, İstanbul’daki kentsel dönüşüm hareketleri ve mekansal ayrışma üzerinden temellendirilmiş. Fakat bana çok fazla didaktik ve tek yönlü geldi. Anlattığı herşeye sonuna kadar katılmama rağmen şeytan olarak sunulan karşı tarafa biraz daha söz verilmeli bence.
1 Nisan 2012 Pazar
Bu Sezonun Tiyatro Oyunlarından İzlenimlere Devam..
MESUT İNSANLAR FOTOĞRAFHANESİ
1 perde
Yazan: Ziya Osman Saba
Yöneten: Can Doğan
Puanım:7/10
Oyun adından dolayı oldukça ilgimi çeken, çok izlemek istediğim bir oyundu.
KONUSU ŞÖYLE: Ziya Osman Saba’nın aynı adlı eserinden uyarlanan oyun, Saba’ya ve bir çok diğer yazara bir saygı duruşu niteliğinde. 1940’lı yılların İstanbul’un da geçen oyun, bir memurun fotoğrafını çektirmek için fotoğrafçıya gelip poz vermesiyle başlıyor. Daha sonra fotoğrafçıdaki fotoğrafları çekilen insanların nasıl olupta hep gülümseyip, mutlu oldukları üzerine sorular sormaya ve bunun üzerine çeşitli anılarını anlatmaya başlıyor. Genel olarak bize dönemin İstanbul’undan manzaralar sunan oyun, yine aynı fotoğrafhanede bir türlü yeterince mutlu bir ifade takınamadığı için fotoğrafçının memurun fotoğrafını çekemeyeceğini söylemesi üzerine son bulur.
Kostüm seçimleri, dekor ve ışık iyiydi. Başrol oyuncusu Uğur Arda Aydınsa tek kişilik bir oyunun ( fotoğrafçının yaklaşık 10 cümlelik performansının dışında) altından başarılı bir şekilde kalkabilmiş. Diyaloglar, yer yer kopsamda sürekleyiciydi. Fakat oyuncunun mikrofon kullanması hoşuma gitmedi. Fakat yer yer söylediği şarkılarla sesininde ne kadar güzel olduğunu kanıtladı. Sanırım mikrofonda bunun içindi. Oyunun arasında yapılan fotoğraf slayt gösterisi yazarla birlikte birçok önemli Türk yazarına yapılan güzel bir saygı gösterisiydi. Fakat ben bu oyundan çok bekleyip gittim, tamamen fotoğrafhanede ve daha çok fotoğraf odaklı olmasını sanırım. Bunun içinde aslında iyi bir oyun olmasına rağmen oldukça hayal kırıklığına uğradım :(
BEN SİNEMA ARTİSTİ OLMAK İSTİYORUM
2 perde
Yazan: Neil Simon
Yöneten: S. Bora Seçkin
Puanım:8/10
Oyun, bu sezon yine en çok görmek istediğim oyunlardan birisiydi.
KONUSU ŞÖYLE: Libby Tucker, on altı yıldır görmediği babasının yanına geldiğinde nasıl karşılanacağını bilmiyordur. Hollywood’da senaryo yazarı olan babası Herbert Tucker, onun sinema artisti olma hayallerine yardım etmesini ister. Fakat baba buna şiddetle karşı çıkar.
Bu karşılaşmayla başlayan geçmişin sorgulanmasına, babasının kız arkadaşı Steffy ile arasındaki sorunlar da eklenince gerilim artar. Genç bir kızın hayalleriyle, hayattan düş kırıklıklarından yorulmuş bir adamın birbirlerini nasıl etkilediğine ve birbirlerine nasıl ihtiyaç duyduklarına tanıklık edilen oyun, bu baba kız hikâyesinde, içten içe sessiz sinemadan başlayarak sinemanın gelişimi, sorunları, insandaki yansımaları da işlemekte...