26 Ocak 2016 Salı

2015 YILINDA OKUDUKLARIM ARASINDA BEĞENDİĞİM İLK 10 KİTAP...

Film seçkisinden sonra 2015 yılında en beğendiğim ilk on kitaptanda bahsetmek istedim. Yalnız bu 10 kitap arasındaki tüm kitaplar 2015 yılında basılmış değil. Bu kitaplar 2015'te okumaya fırsat bulabildiğim kitaplardan oluşuyor.

10. Bir Dinazorun Anıları -Mina Urgan

2000'lerde henüz çocuk olduğum için bu kitabın herkesin elinde olduğu bir furyaya dönüştüğü zamanlarda okuyamadım bu kitabı. Okumaya ancak yazın zaman bulabildim. Aslında fikir ve karakter olarak Mina Urgan'a çoğu zaman katılamasamda bu kitapta o kadar değerli insanlar veanılar varki bütün bunları yaşam sevinci ve amacı asla tükenmeyen, her daim kendini tiye alabilen Mina Urgan'dan okumak benim için çok güzeldi.
Ben o kadar çok şey öğrenip, yaşamadığım dönemler hakkında merak ettiğim o kadar çok sorunun cevabını aldım ki. Eğer çokta çerez olmayan fakat diliylede sıkmayan, gülümsetebilen bir kitap arayışındaysanız utlaka okumanızı tavsiye ediyorum.


9. Bilinmeyen Adanın Öyküsü -José Saramago


2013 yılında keşfettiğim en önemli yazar Saramago oldu benim için Ölüm Bir Varmış, Bir Yokmuş kitabı ile. Bu yılda Saramago'nun iki kitabını okuma şansım oldu. Bunlardan ilki olan Bilinmeyen Ada'nın Öyküsü yazarın müthiş yeteneğiyle harika bir yetişkinler için masal kitabı olmuş.
Tek bir öyküden oluşan bu incecik bu kitap, yazarın okuduğum kitapları arasında beni en az etkileyen eseri olmasına rağmen, sürekli okuyucuyu ters köşe edip, beklemediği ve tahmin edemediği olay örgüsü içine çekmesi ve yer yer izleyicinin kendisinin doldurmasını istediği boşlukları  ile klasik bir Saramago örneği diyebilirim.


8. Orman -Harlan Coben


 Coben' in bu kitabını uzun zamandır çevremdeki herkesin bahsetmesi üzerine okumaya karar verdim. Boyalı Kuş' u okuduktan sonra bu kitaba başladığım için belki bir önceki kitabın ağır dilinden sonra kalın bir kitap olmasına rağmen çok kısa sürede okuyup bitirdim. Bence olay örgüsü de kitabın dili oldukça sürükleyiciydi. Uzun zamandır polisiye okumadığım için belki de kitabın okuduğum klasiklerden farklı bir tür olması benim kitaba bu kadar sarmama neden oldu. Yaz kampında bir grup gencin başından geçen enteresan olayları konu alan kitap, okuduklarım arasında diğerlerinden gerçekten farklı ve özgündü diyebilirim.


7. Kabil-José Saramago

Bu yılda Saramago'nun okuduğum ikinci kitabı Kabil oldu. Saramago bu kitapta da tabu ve kutsal kavramlar üzerinden kurduğu karakterleri ile oldukça sansasyonel bir işe imza atmış. Ama beni rahatsız etmesinin aksine kurduğu parodiler ile hayli keyifli bir şekilde okudum bu kitabını. Yazar; iyi ve kötü, siyah beyaz ayrımlara gri ara tonlardan bakılması mesajını ustalıkla olay örgüsü içine harmanlamış. İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinde geçen klasik habil- kabil hikayesini yazar kendi bakış açısından, karakterlerin ruh hali ve tavırlarını derinlemesine inerek yansıtmış bu kitabında. Chuck Palahniuk gibi ünlü bir çok isim tarafından topa tutulan kitabı ben son derece keyifle bir solukta okudum ve şiddetle tavsiye ediyorum.


6. Puslu Kıtalar Atlası- İlban Ertem

  İlban Ertem; İhsan Oktay Anar' ın Puslu Kıtalar Atlası romanını, 5 yıllık bir çalışma sonunda 300 sayfalık bir çizgi roman haline getirmiş. Okumadan önce hakkında çok fazla konuşulduğunu ve haber yapıldığını görüp, merak ettiğim bir kitaptı. Bu yıl çizgi roman anlamında oldukça zengin olan okuma listem içinde en beğendiğim çalışmalardan biri olan kitapla ilgili söylenecek çok bir şey yok aslında okuyun demek dışında. Çizimler kimi zaman minyatür, kimi zaman eski kitap resimleri, kimi zamansa alışılmış çizgi roman figürleri ile resmedilmiş. Bazı karelerde resmedilen karakterleri oldukça hayalimdekinden farklı bulsamda bütün olarak baktığımda Ertem yine müthiş bir işe imza atmış.


5. Rachel' s Holiday- Marian Keyes

 En sevdiğim yazarlardan birisi olan Marian Keyes, bu romanı ile ilk orjinal dili ile okuduğum yazar oldu. Çit-lit denilen türü bana sevdiren yazarın son kitaplarını öncekilere göre daha az başarılı bulsamda, yazar yine de bende çok özel bir yere sahip. Bu kitabında ise yine hem güldürmeyi, hem düşündürüp, yarattığı birbirinden farklı karakterler okuyucuya zamanın nasıl geçtiğini unutturup, okuyucuyu bulunduğu ortamdan uzaklaştırıp, yeni yaşamlara tanıklık edebileceği apayrı bir dünyaya çekmeyi başarmış. Bağımlılık ve kişilerin takındığı maskeler arasında boğulması üzerine harika bir hikaye anlatmış. Kitabın genelinde bağımlılıktan kurtulmanın en önemli adımının kişilerin bağımlılığını kabul etmesi olduğu mesajı verilmiş.


4. İnsan İnsana - Doğan Cüceloğlu

  Bu yıl en keyif alarak okuduğum kitaplardan bir diğeri İnsan İnsana oldu. Daha önce hiç Doğan Cüceloğlu okumayarak ne kadar büyük bir hata yaptığımı bu kitap ile fark ettim. İş nedeniyle zorunlu olarak okuduğum kitap bana o kadar çok şey kattı ki kısaca bütün bunlardan nasıl bahsedebileceğimi bilemedim burada. İletişimin a dan z ye ele alındığı bu kitaptan benim edindiğim en büyük tecrübe; insanlarla iletişimde kişiselleştirmelerden uzak durmak gerektiği oldu. Bazı insanları iletişime kapalı birer karaktere sahip kişiler olarak görüp kabullenmek gerektiği, bu kişilerle iletişimde yaşanan aksaklıkla nedeniyle insanın kendini üzmemesi, karşısındakini bu şekilde kabul etmesi benim bu kitaptan çıkardığım en büyük ders oldu.


3. Olimposlular Çizgi Roman Serisi- Hades - George O' Connor
                                     
 Bu yaz en büyük keşfimse George O' Connor' ın Olimposlular çizgi roman serisi oldu. Eğer sizinde çocukluğunuz Herkül ve Zeyna izlerek geçtiyse eminim tüm seriyi son derece keyif alarak okuyabilirsiniz. Tüm seri harikaydı fakat benim için iki sayı diğerlerinden çok daha başarılı. Bunlardan ilki Hades. Serinin bu kitabında en sevdiğim kısım sanarım yazarın detaylara verdiği öenm oldu. Örneğin; büyü ve hayaletlerin tanrıçası Hekate sıklıkla olduğu gibi burada da üç farklı yüzle üç farklı karede betimlenmiş. Bu örnekte görüldüğü gibi; yazar incecik bir çizgi romana alışılmışın çok daha üzerinde detay ve karakter analizi sığdırabilmiş.


2. Olimposlular Çizgi Roman Serisi- Athena - George O' Connor 

 
Serinin en beğendiğim kitabı ise Athena oldu. Athena'nın Yunan mitolojisinde en sevdiğim tanrıça olmasının da bu seçimde büyük payı olduğunu düşünüyorum. Athena'nın hikayesi kaderin ağlarını ören üç kız kardeş Moiralar tarafından anlatılıyor ve hikaye bu şekilde kurgulanıyor. Çizimler ve karakter tasvirleri de bence son derece başarılı.  Bence yazar Yunan mitolojisi çizgilerle öyle güzel yorumlamış ki çoğu mitolojik sinema filmini bile gölgede bırakmış.




1. Kafamda Bir Tuhaflık - Orhan Pamuk

 Bu yıl en beğendiğim kitap ise Kafamda Bir Tuhaflık oldu. Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi' nden sonra bu kitabını da aynı tat ve hevesle okudum. Kitap Masumiyet Müzesi' nde olduğu gibi yine bir aşk ekseninde İstanbul'un yakın tarihte yaşadığı dönüşümü anlatıyor. Fakat bu defa Pamuk, Nişantaşı'nın çok daha dışına çıkıp farklı semt hikayeleri sunuyor okura. Kitabı okuyan çoğu kişi gibi bende okuduğum sırada şişe şişe boza içtiğimi hatırlıyorum. Pamuk, değişen farklılaşan İstanbul'u bu sefer seyyar bir boza satıcısının ağzından anlatıyor. Moralim bozuk ya da kafam karışık olduğunda bende baş karakter olan Mevlüt gibi sokaklarda amaçsızca dolaşmayı adet haline getirdiğim için belki de bu denli kendimi karakterle özdeşleştirip, kitabı okumaktan keyif aldım.
 







10 Temmuz 2015 Cuma

Cecil Beaton - Portreler Sergisinden İzlenimler...



Yüksek lisans sınavımda karşıma son gidilen serginin soru olarak gelmesi ihtimali sebebiyle gittiğim Cecil Beaton sergisinden detaylı izlenimlerime bu yazımda yer vermek istiyorum. Mahallesef sergi sınavda soru olarak gelmedi. Ama sergiyi o kadar beğendimki soru olarak gelmemesi bile beni üzemedi :)

Öncelikle 1904- 1980 yılları arasında yaşamış olan efsanevi İngiliz moda, portre ve savaş fotoğrafçısı Cecil Beaton' ın çalışmalarını İstanbul'da görmek benim için oldukça onur verici oldu.

Günümüzde birçok sanatçının dönüşümlü olarak farklı ülkelerde (ki bu bu ülkelerin genellikle Amerika ve Avrupa ülkeleri olduğunu gözlemlememe rağmen) sergilerinin düzenlendiğine sahit olmakla birlikte bu sergide Türkiye' nin de bu ülkeler arasına dahil olduğunu görmüş olmak beni çok mutlu etti.

Daha önce fotoğraf tarihi dersinde ve yurtdışında gittiğim birçok müzede yeralan sergilerde Beaton'ın çalışmalarıyla tanışıp, bu çalışmaları inceleme şansına sahip olmuştum. Fakat sanatçının portre çalışmalarını böylesine geniş bir koleksiyon ile sunan sergi, Beaton'ın ve döneminin portre fotoğrafçılığına derin bir yolculuk yapmamı sağladı.

Serginin özellikle benim için ayırt edici ve verimli noktalarından bahsetmek gerekirse;

- Sergi, Lüksemburg Ulusal Tarih ve Sanat Müzesi' nde yer alan Edward Steichen koleksiyonundan sonra bu denli entellektüel ve ünlü isimlerin portrelerini bir arada gördüğüm ikinci sergi oldu sanırım.

-Beaton'ın modellerini fotoğraflayış biçiminde ise dikkate değer, ayırt edici bir çok noktadan bahsedilebilinir.

                                                                  Lilian Gish-1929

Öncelikle yukarıda yeralan sergide en beğendiğim fotoğraf olan ünlü oyuncu Lilian Gish'in portresine değinmek isterim. Beaton burada modelini arka planı iki ayrı pencere olan mekanın tam ortasında fotoğraflamıştır. Böylece Gish'i sağ ve sol tarafındaki yansımayla birlikte görmüş oluyoruz. Bu da modeli kendisi ve iki yansımasıyla birlikte görmemizin sonucu olarak bir yanılsama yaratıp, kompozisyonu oldukça etkili kılmıştır.

-Sanatçı karakter portrelerinde dekoru her karede ustaca kullanmıştır. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi  kadrajlarında dekor olarak yer alan yanılsamalar sıklıkla kullandığı öğelerdendir. Yansıma oluşturmak için bir çok çalışmasında cam ve metal küreleri kullanmıştır. Aşağıda yer alan oyuncu Tallulah Bankhead portresi buna güzel bir örnektir.

                                                           Tallulah Bankhead - 1927

Picasso'yu fotoğrafladığı karede yansıma oluşturmak için çalışmasında aynaya yer vermiştir. Aşağıda görebileceğiniz çalışmada fotoğrafçı aynada kendi yansımasına da karede yer vermiş, kendini de bu yolla çalışmaya dahil etmiştir. Böylece ayna yansımasını kullanarak kendini, fotoğrafçıya da kompozisyonun bir öğesi olarak kadraja eklemiştir.

                                                                 Pablo Picasso- 1932

-Sanatçının portrelerinde başvurduğu dikkate değer bir diğer yöntem ise siyah fon önündeki modellerinede siyah kıyafet giydirmiş olmasıdır. Bu sayede modellerin gövdesi fonda kaybolarak, sadece yüzleri ve elleri ön plana çıkarılmıştır. Böylelikle oyuncuların mesleğinde büyük önem taşıyan yüz ifadelerine odaklanılması ve bu kişilerin meslekleri hakkında kolayca fikir sahibi olunması sağlanmıştır. Aşağıda yer alan oyuncu Gwili Andre portresi buna güzel bir örnektir.

                                                                     Gwili Andre-1932

- Beaton'ın çalışmalarını alışılmış, klasik portre fotoğraflarından ayıran faktörlerden biriside modellerinin bakış yönü. Örneğin, aşağıda yer alan Salvador Dali ve eşi Gala' nın portresinde Dali' nin bakış yönü kameraya değil kadrajın sol üst tarafınadır. Bu, fotoğrafa bakan kişiyi tamamen bakış yönünün devamına, fotoğrafın kadrajının dışına kaydırır. İlgi merkezi fotoğraf yerine fotoğrafın dışına taşar ve fotoğrafa bakan kişinin algısı fotoğraftan farklı bir noktaya yönlendirilir.

                                                      Salvador Dali & Gala Dali - 1936

- Farklı bakış yönlerine ek olarak Beaton, modellerini karakteristik özelliklerine göre kadrajlarında konumlandırmıştır. Bu konuda da en güzel örneklerden birisi son halife 2. Abdülmecit' in kızı Dürrüşehvar Sultan' ın aşağıda yer alan profilden çekilmiş portresidir. Profilden görünüm sultanın hanedana has bir özellik olan karakteristik kemerli burnunun netçe görünebilmesini sağlamıştır. Profilden görünüm ile fotoğrafı inceleyen kişi modelin kimliği hakkında rahatça fikir sahibi olabilmektedir.

                                              Dürrüşehvar Sultan / Berar Prensesi - 1965

- Beaton çalışmalarında yeralan mekanları karakter portrelerinde olması gerektiği gibi genellikle modellerle ilişkili mekanlar olarak seçmiş. Aşağıda görebileceğiniz gibi fotoğrafçı Picasso'nun ilham perisi Dora Maar' ın ressam olduğunu vurgulamak için Maar' ı atölyesinde fotoğraflamayı tercih etmiş.

                                      Dora Maar & Comtesse Marie-Laure de Noailles - 1944

Aşağıda yer alan Kraliçe Elizabeth  portresinde de sanatçı kraliçeyi sarayda fotoğraflayarak mekanı modelin kimliği hakkında tanımlayıcı bir unsur olarak kullanmıştır.

                                                    Kraliçe Elizabeth/ Ana Kraliçe- 1939

Fakat fotoğrafçının bu tanımlayıcı karakter- mekan ilişkisi dışında kalan çalışmaları da sergide yer alıyor. Sanatçı; Robert Giovanni, Christian Dior ve Coco Chanel (aşağıda görebileceğiniz) gibi modacıları atölyelerinde, tasarladığı kıyafetler ya da modellerle fotoğraflamak yerine çalışma masalarında ya da odalarında fotoğraflamayı tercih etmiştir.

                                                               Coco Chanel- 1936

- Sergide kontak baskı olarak sergilenen tek çalışma aşağıda görebileceğiniz Marilyn Monroe portre çekimleridir. Bunun dışında diğer tüm çalışmalar fotoğraf kağıdına karanlık odada tek kare olarak basılıp sergilenmiştir.

                                                             Marilyn Monroe- 1956

Sergi teknik, estetik ve içeriksel anlamda taşıdığı değer ile fotoğraf tarihinde önemle yer etmiş çalışmaları ziyaretçilerle buluşturmasının yanı sıra fotoğraflarda yer alan atmosfer, dekor ve nesneler ile modeller hakkında ziyaretçilere bir çok ipucu veriyor. Tüm bu ipuçları ziyaretçileri keyifli bir gösterge avına çıkarıyor. Bu sayede kült işleri görmenin hazzının yanı sıra ziyaretçiler oldukça keyifli vakit geçirebiliyor.



Cecil Beaton’ın, Londra, National Portrait Gallery Fotoğraf Danışmanı Terence Pepper küratörlüğünde, “Sotheby’s Cecil Beaton Studio Archive” koleksiyonundan derlenen sergi, sanatçının 1920’lerden 70’lere kadar fotoğrafladığı sanatçılar, film yıldızları, yazarlar, entelektüeller ve kraliyet portrelerinden oluşuyor.  

Sergi 26 Temmuz 2015'e kadar Pera Müzesi'nde görülebilir. Ben bloga yazana kadar serginin bitimine az kalsada hala vakit var. Kaçırmayın bir an önce görün diyorum mutlaka :)

15 Mart 2015 Pazar

2014- 2015 Sezonu Tiyatro Oyunlarından İzlenimler- Volume 2....

Bu sezon tiyatro oyunları izlenimleri yazımın ikincisi bölümünde şehir tiyatrolarını ele almayı planlıyordum. Fakat son zamanlarda devlet tiyatrolarına daha fazla gittiğim için son gittiğim iki oyunuda sıcağı sıcağına yazıp, devlet tiyatroları oyunlarını tamamlayıp sonrasında şehir tiyatroları oyunlarıyla yazımı tamamlamaya karar verdim.

Evet bu sezon izlediğim son iki oyunla ilgili olumlu/olumsuz her şeyi ele alalım o zaman :)





 MUHTEŞEM GATSBY

 2 Perde- 2 Saat 10 Dakika
Yazan: Scott Fitzgerald
Rejisör: Faik Ertener
Puanım: 4 / 10

Bu sezon izlediğim en kötü oyunlardan birisiydi diyebilirim oyun hakkında. “Muhteşem Gatsby” oyunu da "Güneş Batarken Bile Büyük" oyunu gibi seyirciyle buluşmadan skandallarıyla medyada büyük ses getiren oyunlardan birisiydi. Oyunun provaları, Nejat Birecik’in genel müdür olmasının ardından, İstanbul DT Müdürü Şakir Gürzumar’ın da istifa etmesiyle durdu. Ve oyun planlanandan oldukça geç martın ilk haftasında seyirciyle buluştu. Bu da oyunun geniş bir biçimde medyada yer almasına neden oldu.

Oyunun filminden de aşina olduğumuzi hikayesine bakmak gerekirse, yaşananları Carraway isimli bir karakterin ağzından dinlemekteyiz.  Borsacı bir genç olan Carraway, Amerika Long Island tarafında bir ev tutar, böylelikle birkaç yıl önce evlenmiş olan kuzeni Daisy’i de daha sık görecektir. Bir de gizemli komşusu Gatsby vardır ki tüm çevresi ondan bahsetmektedir. Carraway kendi başına gelenleri anlatmaktadır ve fakat kendisi bu hikayede oldukça pasif bir karakterdir. Olan bitene şahit olan, olayları gözlemleyen ve betimleyen yapısından dolayı hikaye zaten görselleştirmeye çok çok yatkın. Hikayesinde ise bize olayları kendi ağzından anlatan kişi zaten adeta kendi hayatında bir film izliyor. Kuzeni Daisy’nin evliliğindeki sıkıntılara, aldatılmasına, Gatsby denen gizemli kişinin varlığına, Gatsby ile Daisy’nin arasındaki gizemli bağa, tüm bunlara şahit olmakta ve bir süre sonra kendisini bu olay örgüsünün içerisinde buluyor.  1920’lerin Amerikasını, o “jazz age” denilen şaşa dolu zamanı da anlatışıyla oyun bir Amerikan Rüyası ve hüzünle biten bir aşk hikayesidir diyebiliriz.

Ünlü Hollywood yapımı bir film olan “Great Gatsby” yi İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda izlerken tabikide beklentimi düşük tutup oyuna gittim. Fakat ne kadar beklentim düşük olsada Leonardo Di Caprio yerine başrol oyuncusunu gördüğümde büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. 

Kostümler, oyunculuk ve müzik fecaattı diyebilirim. Oyun boyunca sıkıldığımı söyleyemem. Filmden de aşina olduğum hikaye bir şekilde beni ikinci perdeiçinde salonda kalmaya itti. Fakat oyuncuların öncelikle kostümlerinden başlamak gerekirse 3 farklı kadın karakterde aynı ayakkabıyı görmek beni ziyadesiyle rahatsız etti. Yine ince külotlu çorabın üzerine giyilen önü açık stilettolar sadece 20 lerde değil hiçbir dönemde üstüste kullanılmadı.

Bu arada oyuncular sürekli repliklerini unuttular ve bu izleyiciye fazlasıyla yansıdı. Yine sürekli dilleri sürçtü. Ve yine oyunun bence en kötü yanı müzikleriydi. Şarkı söyleyen bayanın ingilizce telavuzu berbattı ve sürekli detone bir şekilde şarkıyı söyledi. Salondaki herkes sesten o kadar rahatsız oldu ki.

Oyuncularla ilgili söyleyebileceğim bir diğer olumsuzluk rollerde kullanılan aksanın oyuncular üzerinde son derece başarısız ve komik durmuş olması. Eskiden AKM’ye yurtdışından bir oyun geldiğinde bu oyun orjinal dilinde oynanırdı, sahnenin yukarısındaki ekrandan türkçe altyazıyı takip ederek oyunu izlerdik. Bu oyunda kesinlikle buna ihtiyaç duydum. Çünkü bu oyun türkçeleştirildiğinde mahallesef olmamış.

Eğer zamanınız değerliyse, bu oyuna asla vakit ayırmayın derim.








TENEKE
 2 Perde- 2 Saat 40 Dakika
Yazan: Yaşar Kemal
Yöneten: Gürol Tonbul
Puanım: 9 / 10

Bu sene bol bol Ankara’ya gidip geldiğim için görmeyi çok istediğim “ Teneke” oynunu da izleme şansı buldum.

Öncelikle biraz oyunu izlediğim  aynı zamanda Opera binası olan Büyük Tiyatro’dan bahsetmek isterim:

Bir sergievi olarak inşa edilen binanın sonradan opera salonuna dönüştürülmesi ile ortaya çıkan ve Ankara Opera Sahnesi olarak da bilinen sahne; 1 Ekim 1948'de Devlet tiyatrolarının temsillerine de açılmış. Devlet Opera ve Balesi'ne ait olan sahne iki kurum tarafından dönüşümlü olarak kullanılıyor. Salon klasik bir iç tasarıma sahip, sahne ise proscenium şeklinde. Sahnenin önünde orkestra için bir bölüm bulunuyor. Tiyatro temsillerinde tiyatro çukuru kapatılarak ön sahne olarak kullanılıyor.


                                       



Büyük Tiyatro sahnesi ve oyunun dekoru yukarıdaki fotoğrafta  görülebilir.  

"Teneke" oyununa gelmek gerekirse yakın zamanda kaybettiğimiz usta yazar Yaşar Kemal’in sıkı bir hayranı olarak oyunu izlemek çok istemiştim. İnsanları ölümsüz kılan eserleri olduğu için sanırım Yaşar Kemal’in ölümünü kabullenemememin de bir sonucu olarak ne yapıp edip oyunu izledim.

Dekorunu oldukça başarılı bulduğum, yazarın “Teneke” kitabından uyarlanan oyun, iki perde idi.  30 kişiden oluşan oyuncu kadrosuysa oldukça kalabalıktı. Ve oyunda yeralan tüm oyuncuların rollerinin hakkını oldukça başarılı bir şekilde verdiğini söyleyebilirim. Ama benim için en diyebiliceğim isim Murtaza Ağa rolüyle Osman Nuri Ercan’dı. Adana şivesiyle, mimikleriyle kendisini oyunun başından sonuna kadar hayranlıkla izledim.

Oyunun konusuna gelirsek, hikaye 1950'li yıllarda Çukurova'da çeltik ekimi yapılan bir ilçede ağalar ile kaymakam arasındaki mücadeleyi işliyor. Çeltik tarlalarına sahip olan ağalar, kaymakamın onayına muhtaçtırlar. Göreve yeni başlamış genç kaymakamın tecrübesizliğinden yararlanan ağalar, çeltik ekimiyle beraber köye sıtma bulaşmasına neden olur. Köylülerin isyanıyla durumun vahametini anlayan kaymakam, yanlıştan dönmeye çalışır ve böylece çatışma gittikçe şiddetlenir. Ekonomik ve feodal gücü elinde bulunduran ağalar, kaymakamı başka bir yere tayin ettirmeyi başarırlar. Bu bir kısır döngüdür ve feodal sistem bu döngüyü her defasında işletecektir.

Oyunun adı oyunda kaymakımı uğurlarken halkın teneke çalmasından geliyor.

Oyun bu yıl izlediğim oyunlar arasında en beğendiğim oyunlardandı. Adalet, sürü psikolojisi,
iyilik-kötülük, fayda-zarar ve doğru-yalnış kıstasları gibi birçok kavramı oyun süresince  tekrar irdeledim. Oyunun ana fikri doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar denebilir. Ama benim oyundan edindiğim bireysel izlenimim ise "İnsan doğruları ile yaşamalı, doğruların doğruluğunuda yalnışlar ile anlayabiliriz" oldu. Yalnışlar sayesinde doğrular dahada keskinleşir, anlaşılır ve sahiplenilir fikrini işlemiş oyun bence oldukça sürekleyici idi. Yaşadığımız dünyada gücün her zaman adalet ve insaniyet kavramlarını etkisiz kılmasının güzel bir örneği olan oyunu mutlaka izlemenizi öneririm.


Oyunla ilgili tek olumsuz görüşüm ise oyunda aramızdan yeni ayrılan yazar sevgili Yaşar Kemal’in adının asla anılmaması, ve henüz ölümü bu kadar yakın bir zamanda olmasına ragmen yazara en ufak bir saygı ibaresinde bulunulmaması oldu.